Türkçe [Değiştir]

القرآن الكريم / جزئها ١٩ / صفحة ٣٦٩

ŞUARÂ 40-60, Kur'ân - Cüz 19 - Sayfa 369

Hafız Abu Bakr al Shatri sesinden Cüz-19, Sayfa-369 dinle!
Hafız Maher Al Mueaqly sesinden Cüz-19, Sayfa-369 dinle!
Hafız Mishary AlAfasy sesinden Cüz-19, Sayfa-369 dinle!
Önceki
Sonraki
share on facebook  tweet  share on google  print  
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ ﴿٤٠﴾
26/ŞUARÂ-40: Leallenâ nettebius seharate in kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
Eğer onlar gâlip gelirlerse o zaman biz, sihirbazlara tâbî oluruz. (40)
فَلَمَّا جَاء السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ ﴿٤١﴾
26/ŞUARÂ-41: Fe lemmâ câes seharatu kâlû li fir’avne e inne lenâ le ecran in kunnâ nahnul gâlibîn(gâlibîne).
Sihirbazlar, firavuna geldikleri zaman: “Eğer biz gâlip gelirsek, gerçekten bize mutlaka bir ecir (mükâfat) var mı?” dediler. (41)
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ الْمُقَرَّبِينَ ﴿٤٢﴾
26/ŞUARÂ-42: Kâle neam ve innekum izen le minel mukarrabîn(mukarrabîne).
(Firavun): “Evet, muhakkak ki siz o zaman, (bana) yakınlardan olacaksınız.” dedi. (42)
قَالَ لَهُم مُّوسَى أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ ﴿٤٣﴾
26/ŞUARÂ-43: Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
(Musa (A.S) onlara): “Atacağınız şeyi atın.” dedi. (43)
فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ ﴿٤٤﴾
26/ŞUARÂ-44: Fe elkav hıbâlehum ve ısıyyehum ve kâlû bi izzeti fir’avne innâ le nahnul gâlibûn(gâlibûne).
Böylece iplerini ve asalarını attılar. Ve “Firavunun izzeti için muhakkak ki gâlip gelenler elbette bizleriz.” dediler. (44)
فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ ﴿٤٥﴾
26/ŞUARÂ-45: Fe elkâ mûsâ asâhu fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
Sonra Musa (A.S) asasını attı. İşte o zaman, o (Musa (A.S)’ın asası) onların uydurdukları şeyleri yutuyordu. (45)
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ ﴿٤٦﴾
26/ŞUARÂ-46: Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
Sihirbazlar hemen secde ederek yere kapandılar. (46)
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٤٧﴾
26/ŞUARÂ-47: Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne).
“Âlemlerin Rabbine îmân ettik.” dediler. (47)
رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ ﴿٤٨﴾
26/ŞUARÂ-48: Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa (A.S) ve Harun (A.S)’ın Rabbine (îmân ettik). (48)
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ ﴿٤٩﴾
26/ŞUARÂ-49: Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhra, fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
(Firavun): “Benim size izin vermemden evvel, siz O’na îmân ettiniz. Muhakkak ki O, size sihri öğreten büyüğünüz (ustanız). Artık yakında elbette bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka çaprazlama kestireceğim. Ve sizin hepinizi mutlaka astıracağım.” dedi. (49)
قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ ﴿٥٠﴾
26/ŞUARÂ-50: Kâlû lâ dayra innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
“Önemli değil. Muhakkak ki biz, Rabbimize dönücüleriz (dönecek olanlarız).” dediler. (50)
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٥١﴾
26/ŞUARÂ-51: İnnâ natmeu en yagfira lenâ rabbunâ hatâyânâ en kunnâ evvelel mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki biz, mü’minlerin ilki olduk diye Rabbimizin, hatalarımızı mağfiret etmesini umuyoruz (istiyoruz). (51)
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ ﴿٥٢﴾
26/ŞUARÂ-52: Ve evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ıbâdî innekum muttebeûn(muttebeûne).
Ve Musa (A.S)’a “Kullarım ile gece yola çık. Muhakkak ki siz, takip edilecek olanlarsınız.” diye vahyettik. (52)
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ ﴿٥٣﴾
26/ŞUARÂ-53: Fe ersele fir’avnu fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
Bunun üzerine firavun, şehirlere toplayıcılar gönderdi. (53)
إِنَّ هَؤُلَاء لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ ﴿٥٤﴾
26/ŞUARÂ-54: İnne hâulâi le şirzimetun kalîlûn(kalîlûne).
Ve muhakkak ki bunlar, gerçekten (sayıları) az olan küçük bir grup. (54)
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ ﴿٥٥﴾
26/ŞUARÂ-55: Ve innehum lenâ le gâizûn(gâizûne).
Ve muhakkak ki onlar, gerçekten bizi çok öfkelendiren (bize karşı çok öfke duyan) (bir toplum). (55)
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ ﴿٥٦﴾
26/ŞUARÂ-56: Ve innâ le cemîun hâzirûn(hâzirûne).
Ve muhakkak ki biz, gerçekten sakınılan (korkulan) bir topluluğuz. (56)
فَأَخْرَجْنَاهُم مِّن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ﴿٥٧﴾
26/ŞUARÂ-57: Fe ahracnâhum min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Böylece Biz, onları (firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan çıkardık. (57)
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ ﴿٥٨﴾
26/ŞUARÂ-58: Ve kunûzin ve makâmin kerîm(kerîmin).
Ve hazinelerden ve kerim (ikram edilmiş, yüksek) makamlardan (çıkardık). (58)
كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ ﴿٥٩﴾
26/ŞUARÂ-59: Kezâlike, ve evresnâhâ benî isrâîl(isrâîle).
İşte böylece onlara (onların ülkesine), İsrailoğulları’nı varis kıldık. (59)
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ ﴿٦٠﴾
26/ŞUARÂ-60: Fe etbeûhum muşrikîn(muşrikîne).
Böylece doğuya doğru (Kızıldeniz’e doğru), onların peşine düştüler. (60)