Türkçe
[
Değiştir
]
Коран на български език
Коран на русском языке
Quran di Indonesia
Corán en español
Koran on-Nederlandse
Coran en français
Koran auf Deutsch
Quran in English
Kuran-ı Kerim Türkçe Meali
Kur'ân
Kuran Sureleri
Cüzler
Kur'an Dinle (Yeni)
Sessiz (Aktif)
Abu Bakr al Shatri
Maher Al Mueaqly
Mishary AlAfasy
القرآن الكريم / جزئها ٢٥ / صفحة ٤٩٧
القرآن الكريم
»
جزئها ٢٥
»
القرآن الكريم / جزئها ٢٥ / صفحة ٤٩٧
DUHÂN 19-39, Kur'ân - Cüz 25 - Sayfa 497
Kur'ân-ı Kerim
»
Cüzler
»
Cüz 25
»
DUHÂN 19-39, Kur'ân - Cüz 25 - Sayfa 497
Kur'an Dinle Sayfa-497
وَأَنْ لَّا تَعْلُوا عَلَى اللَّهِ إِنِّي آتِيكُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
﴿١٩﴾
44/DUHÂN-19: Ve en lâ ta’lû alâllâhi, innî âtîkum bi sultânin mubîn(mubînin).
Allah’a karşı ululuk (büyüklük) taslamayın! Çünkü ben, size apaçık bir sultan (delil) ile geliyorum. (19)
وَإِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمْ أَن تَرْجُمُونِ
﴿٢٠﴾
44/DUHÂN-20: Ve innî uztu bi rabbî ve rabbikum en tercumûni.
Ve muhakkak ki ben, beni taşlamanızdan, sizin de Rabbiniz olan Rabbime sığındım. (20)
وَإِنْ لَّمْ تُؤْمِنُوا لِي فَاعْتَزِلُونِ
﴿٢١﴾
44/DUHÂN-21: Ve in lem tu’minû lî fa’tezilûni.
Eğer bana inanmıyorsanız artık benden uzaklaşın. (21)
فَدَعَا رَبَّهُ أَنَّ هَؤُلَاء قَوْمٌ مُّجْرِمُونَ
﴿٢٢﴾
44/DUHÂN-22: Fe deâ rabbehû enne hâulâi kavmun mucrimûn(mucrimûne).
Bunun üzerine: “Bunlar günahkâr bir kavimdir.” diye, Rabbine dua etti. (22)
فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلًا إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ
﴿٢٣﴾
44/DUHÂN-23: Fe esri bi ibâdî leylen innekum muttebeûn(muttebeûne).
Hemen gece yürüyüşü yapmak üzere kullarımla (beraber) yola çık! Muhakkak ki siz takip edileceksiniz. (23)
وَاتْرُكْ الْبَحْرَ رَهْوًا إِنَّهُمْ جُندٌ مُّغْرَقُونَ
﴿٢٤﴾
44/DUHÂN-24: Vetrukil bahra rahvâ(rahven), innehum cundun mugrakûn(mugrakûne).
Ve denizi açık olarak bırak! Muhakkak ki onlar, boğulacak olan bir ordudur. (24)
كَمْ تَرَكُوا مِن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
﴿٢٥﴾
44/DUHÂN-25: Kem terakû min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Bahçelerden ve pınarlardan nicelerini terkettiler. (25)
وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ
﴿٢٦﴾
44/DUHÂN-26: Ve zurûin ve makâmin kerîm(kerîmin).
Ve ekinler ve kerim mekânlar (güzel köşkler). (26)
وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ
﴿٢٧﴾
44/DUHÂN-27: Ve na’metin kânû fîhâ fâkihîn(fâkihîne).
Ve orada zevk içinde yaşadıkları ni’metler (terkettiler). (27)
كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ
﴿٢٨﴾
44/DUHÂN-28: Kezâlike ve evrasnâhâ kavmen âharîn(âharîne).
İşte, böyle. Ve sonraki kavmi onlara varis kıldık. (28)
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ
﴿٢٩﴾
44/DUHÂN-29: Fe mâ beket aleyhimus semâu vel ardu ve mâ kânû munzarîn(munzarîne).
Onlara yer ve gök ağlamadı. Ve onlara mühlet verilmedi. (29)
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ
﴿٣٠﴾
44/DUHÂN-30: Ve lekad necceynâ benî isrâîle minel azâbil muhîn(muhîni).
Ve andolsun ki Biz, İsrailoğullarını (firavunun) zelil azab(ın)dan kurtardık. (30)
مِن فِرْعَوْنَ إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِّنَ الْمُسْرِفِينَ
﴿٣١﴾
44/DUHÂN-31: Min fir’avn(fir’avne), innehu kâne âliyen minel musrifîn(musrifîne).
O firavun ki, şüphesiz o, haddi aşanlardan ve büyüklük taslayanlardandı. (31)
وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلَى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
﴿٣٢﴾
44/DUHÂN-32: Ve lekadihternâhum alâ ilmin alâl âlemîn(âlemîne).
Ve andolsun ki Biz, onları (İsrailoğullarını) ilim üzerine âlemlere seçtik (üstün kıldık). (32)
وَآتَيْنَاهُم مِّنَ الْآيَاتِ مَا فِيهِ بَلَاء مُّبِينٌ
﴿٣٣﴾
44/DUHÂN-33: Ve âteynâhum minel âyâti mâ fîhi belâun mubîn(mubînun).
Ve onlara, içinde apaçık imtihan olan âyetlerden (mucizelerden) verdik. (33)
إِنَّ هَؤُلَاء لَيَقُولُونَ
﴿٣٤﴾
44/DUHÂN-34: İnne hâulâi le yekûlûn(yekûlûne).
Gerçekten onlar, mutlaka diyecekler ki. (34)
إِنْ هِيَ إِلَّا مَوْتَتُنَا الْأُولَى وَمَا نَحْنُ بِمُنشَرِينَ
﴿٣٥﴾
44/DUHÂN-35: İn hiye illâ mevtetunâl ûlâ ve mâ nahnu bi munşerîn(munşerîne).
(Bizim ölümümüz) sadece ilk ölümümüzdür. Ve biz, neşrolunacak (tekrar diriltilecek) değiliz. (35)
فَأْتُوا بِآبَائِنَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
﴿٣٦﴾
44/DUHÂN-36: Fe’tû bi âbâinâ in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Siz doğru söyleyenlerseniz, o halde babalarımızı (geri) getirin. (36)
أَهُمْ خَيْرٌ أَمْ قَوْمُ تُبَّعٍ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ أَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ
﴿٣٧﴾
44/DUHÂN-37: E hum hayrun em kavmu tubbein vellezîne min kablihim, ehleknâhum innehum kânû mucrimîn(mucrimîne).
Onlar mı yoksa Tubba’nın kavmi ve onlardan öncekiler mi daha hayırlı? Biz onları helâk ettik. Çünkü onlar mücrimlerdi. (37)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ
﴿٣٨﴾
44/DUHÂN-38: Ve mâ halaknâs semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ lâibîn(lâibîne).
Ve gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri, oyun olsun diye yaratmadık. (38)
مَا خَلَقْنَاهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
﴿٣٩﴾
44/DUHÂN-39: Mâ halaknâhumâ illâ bil hakkı ve lâkinne ekserahum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
İkisini de haktan başka bir şey ile yaratmadık (ikisini de hak ile yarattık). Ve lâkin onların çoğu bilmezler. (39)