Türkçe [Değiştir]

القرآن الكريم / جزئها ٢٣ / صفحة ٤٥٤

SÂD 17-26, Kur'ân - Cüz 23 - Sayfa 454

Hafız Abu Bakr al Shatri sesinden Cüz-23, Sayfa-454 dinle!
Hafız Maher Al Mueaqly sesinden Cüz-23, Sayfa-454 dinle!
Hafız Mishary AlAfasy sesinden Cüz-23, Sayfa-454 dinle!
Önceki
Sonraki
share on facebook  tweet  share on google  print  
اصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُودَ ذَا الْأَيْدِ إِنَّهُ أَوَّابٌ ﴿١٧﴾
38/SÂD-17: Isbır alâ mâ yekûlûne vezkur abdenâ dâvûde zel eydi, innehû evvâb(evvâbun).
Onların söylediklerine sabret, güç kuvvet sahibi kulumuz Dâvud (a.s)’ı zikret (hatırla). Muhakkak ki o, evvab idi (Allah’a ulaşmıştı). (17)
إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ ﴿١٨﴾
38/SÂD-18: İnnâ sahharnâl cibâle meahu yusebbıhne bil aşiyyi vel işrâk(işrâkı).
Muhakkak ki Biz, dağları ona musahhar (emrine amade) kıldık. İşrak vakti ve akşam vakti onunla beraber tesbih ederlerdi. (18)
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً كُلٌّ لَّهُ أَوَّابٌ ﴿١٩﴾
38/SÂD-19: Vet tayra mahşûraten, kullun lehû evvâb(evvâbun).
Ve kuşları da birarada toplanmış olarak (ona musahhar kıldık). Onların hepsi, ona evvab idiler (yönelmişlerdi ve sığınmışlardı). (19)
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَآتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ ﴿٢٠﴾
38/SÂD-20: Ve şedednâ mulkehu ve âteynâhul hikmete ve faslel hıtâb(hıtâbi).
Ve onun mülkünü (idaresini) güçlendirdik. Ve ona, hikmet ve faslı hitap (hak ile bâtılı ayırıp adaletle hükmetme, hitap etme yeteneği) verdik. (20)
وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ ﴿٢١﴾
38/SÂD-21: Ve hel etâke nebeul hasmı, iz tesevverûl mihrâb(mihrâbe).
Ve o hasımların (davacıların) haberi sana geldi mi? Mihraba (Dâvud (a.s)’ın ibadet ettiği yere) duvarın üstünden aşarak gelmişlerdi. (21)
إِذْ دَخَلُوا عَلَى دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْ خَصْمَانِ بَغَى بَعْضُنَا عَلَى بَعْضٍ فَاحْكُم بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَى سَوَاء الصِّرَاطِ ﴿٢٢﴾
38/SÂD-22: İz dehalû alâ dâvûde fe fezia minhum kâlû lâ tehaf, hasmâni begâ ba’dunâ alâ ba’dın fahkum beynenâ bil hakkı ve lâ tuştıt vehdinâ ilâ sevâis sırât(sırâtı).
Dâvud (a.s)’ın yanına girdikleri zaman (Dâvud a.s) onlardan dehşete kapıldı (korktu). "Korkma! Birbirine haksızlık etmiş iki hasımız (davacıyız). Artık aramızda sen, hak ile hükmet. Aşırı gitme (haksızlık etme)! Bizi orta yola (adaletli çözüme) ulaştır." (22)
إِنَّ هَذَا أَخِي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْنِيهَا وَعَزَّنِي فِي الْخِطَابِ ﴿٢٣﴾
38/SÂD-23: İnne hâzâ ahî lehu tis’un ve tis’ûne na’ceten ve liye na’cetun vâhidetun fe kâle ekfilnîhâ ve azzenî fîl hıtâb(hıtâbi).
Gerçekten bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var ve benim bir koyunum var. Buna rağmen "Ona beni kefil kıl (onu da bana ver)." dedi. Söyledikleri ile beni yendi. (23)
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَى نِعَاجِهِ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنْ الْخُلَطَاء لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَّا هُمْ وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ/ ﴿٢٤﴾
38/SÂD-24: Kâle lekad zalemeke bi suâli na’cetike ilâ niâcihî, ve inne kesîran minel huletâi le yebgî ba’duhum alâ ba’dın illâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve kalîlun mâ hum, ve zanne dâvûdu ennemâ fetennâhu festagfera rabbehu ve harra râkian ve enâb(enâbe). (SECDE ÂYETİ)
(Dâvud a.s): "Andolsun ki, koyunlarının (arasına) senin koyununu istemekle sana zulmetti." dedi. Ve muhakkak ki ortaklardan çoğu, mutlaka birbirlerinin hakkına tecavüz ediyorlar. Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar hariç. Onlar ne kadar az! Ve Dâvud (a.s), onu imtihan ettiğimizi zannetti. Bunun üzerine Rabbinden mağfiret istedi ve rüku ederek secdeye kapandı. Ve Rabbine yöneldi (sözleriyle ve Rabbini görerek Allah'a ulaştı ve cevap aldı). (24)
فَغَفَرْنَا لَهُ ذَلِكَ وَإِنَّ لَهُ عِندَنَا لَزُلْفَى وَحُسْنَ مَآبٍ ﴿٢٥﴾
38/SÂD-25: Fe gafernâ lehu zâlike, ve inne lehu indenâ le zulfâ ve husne meâb(meâbin).
Böylece bu konuda ona mağfiret ettik. Muhakkak ki onun, katımızda mutlaka yüksek bir makamı ve güzel bir meabı (sığınağı) vardır. (25)
يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ ﴿٢٦﴾
38/SÂD-26: Yâ dâvûdu innâ cealnâke halîfeten fîl ardı fahkum beynen nâsi bil hakkı ve lâ tettebiil hevâ fe yudılleke an sebîlillâhi, innellezîne yadıllûne an sebîlillâhi lehum azâbun şedîdun bi mâ nesû yevmel hisâb(hisâbi).
Ey Dâvud! Muhakkak ki Biz, seni yeryüzünün halifesi kıldık. Bunun için insanlar arasında hak ile hükmet! Ve hevaya (nefse) tâbî olma! Aksi halde seni, Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli azap vardır. (26)