Türkçe [Değiştir]

القرآن الكريم / جزئها ٢٧ / صفحة ٥٣٠

KAMER 28-49, Kur'ân - Cüz 27 - Sayfa 530

Hafız Abu Bakr al Shatri sesinden Cüz-27, Sayfa-530 dinle!
Hafız Maher Al Mueaqly sesinden Cüz-27, Sayfa-530 dinle!
Hafız Mishary AlAfasy sesinden Cüz-27, Sayfa-530 dinle!
Önceki
Sonraki
share on facebook  tweet  share on google  print  
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاء قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ كُلُّ شِرْبٍ مُّحْتَضَرٌ ﴿٢٨﴾
54/KAMER-28: Ve nebbi’hum ennel mâe kısmetun beynehum, kullu şirbin muhtedar(muhtedarun).
(Beldedeki) suyun, (deve ile) onlar arasında taksim edildiğini (nöbetleşe içileceğini) onlara haber ver. İçecek olanların hepsi, sırası gelince hazır olur. (28)
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَى فَعَقَرَ ﴿٢٩﴾
54/KAMER-29: Fe nâdev sâhıbehum fe teâtâ fe akar(akara).
Bir süre sonra arkadaşlarını çağırdılar (deveyi öldürmesini istediler). Bunun üzerine o, ileri atıldı sonra da (onu) kesti. (29)
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿٣٠﴾
54/KAMER-30: Fe keyfe kâne azâbî ve nuzuri.
Öyleyse inzarım (uyarılarım) ve azabım nasıl oldu? (30)
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ ﴿٣١﴾
54/KAMER-31: İnnâ erselnâ aleyhim sayhaten vâhıdeten fe kânû ke heşîmil muhtezir(muhteziri).
Muhakkak ki Biz, onların üzerine tek bir sayha (korkunç ses dalgası) gönderdik. Böylece onlar, ufalanmış kuru ot gibi oldular. (31)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ ﴿٣٢﴾
54/KAMER-32: Ve lekad yessernâl kur’âne liz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
Ve andolsun ki Biz, Kur’an’ı zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı? (32)
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ ﴿٣٣﴾
54/KAMER-33: Kezzebet kavmu lûtın bin nuzuri.
Lut (A.S)’ın kavmi de uyarıları yalanladı. (33)
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَّجَّيْنَاهُم بِسَحَرٍ ﴿٣٤﴾
54/KAMER-34: İnnâ erselnâ aleyhim hâsiben illâ âle lût(lûtin), necceynâhum bi sehar(seharin).
Muhakkak ki Biz, onların üzerine helâk edici bir kasırga gönderdik. Seher vaktinde Lut (A.S)’ın ailesi hariç, onları kurtardık. (34)
نِعْمَةً مِّنْ عِندِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَن شَكَرَ ﴿٣٥﴾
54/KAMER-35: Ni’meten min indina, kezâlike neczî men şeker(şekere).
Katımızdan bir ni’met olarak, şükreden kimseyi işte Biz, böyle mükâfatlandırırız. (35)
وَلَقَدْ أَنذَرَهُم بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ ﴿٣٦﴾
54/KAMER-36: Ve lekad enzerahum batşetenâ fe temârav bin nuzur(nuzuri).
Ve andolsun ki, Lut (A.S), onları “şiddetli azabımızla yakalamamız” konusunda uyardı. Fakat onlar, bu uyarılardan şüphe ettiler. (36)
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَن ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿٣٧﴾
54/KAMER-37: Ve lekad râvedûhu an dayfihî fe tamesnâ a’yunehum fe zûkû azâbî ve nuzuri.
Ve andolsun ki, kötü amelleri için ondan misafirlerini ısrarla istediler. Bunun üzerine onların gözlerini silip yok ettik. Öyleyse inzarımı (uyarılarımı) ve azabımı tadın! (37)
وَلَقَدْ صَبَّحَهُم بُكْرَةً عَذَابٌ مُّسْتَقِرٌّ ﴿٣٨﴾
54/KAMER-38: Ve lekad sabbehahum bukraten azâbun mustekırr(mustekırrun).
Ve andolsun ki, onları sabahleyin daimî bir azap yakaladı. (38)
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿٣٩﴾
54/KAMER-39: Fe zûkû azâbî ve nuzuri.
Öyleyse inzarımı (uyarılarımı) ve azabımı tadın! (39)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ ﴿٤٠﴾
54/KAMER-40: Ve lekad yessernâl kur’âne liz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
Ve andolsun ki Biz, Kur’ân’ı zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı? (40)
وَلَقَدْ جَاء آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ ﴿٤١﴾
54/KAMER-41: Ve lekad câe âle fir’avnen nuzur(nuzuru).
Ve andolsun ki, firavun ailesine de uyarılar geldi. (41)
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُّقْتَدِرٍ ﴿٤٢﴾
54/KAMER-42: Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).
Âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Bu sebeple onları üstün kudret sahibinin yakalayışı ile yakalayıp aldık (helâk ettik). (42)
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ أُوْلَئِكُمْ أَمْ لَكُم بَرَاءةٌ فِي الزُّبُرِ ﴿٤٣﴾
54/KAMER-43: E kuffârukum hayrun min ulâikum em lekum berâetun fîz zubur(zuburi).
(Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz, onlardan (yalanlayan kavimlerden) daha mı hayırlı, yoksa sizin için semavî kitaplarda beraat mı var? (43)
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُّنتَصِرٌ ﴿٤٤﴾
54/KAMER-44: Em yekûlûne nahnu cemîun muntesir(muntesirun).
Yoksa: “Biz, hepimiz yardımlaşan (yenilmeyen) bir toplumuz.” mu diyorlar? (44)
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ ﴿٤٥﴾
54/KAMER-45: Se yuhzemul cem’u ve yuvellûned dubur(dubura).
Yakında hepsi hezimete uğratılacak ve arkalarına dönecekler (kaçacaklar). (45)
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ ﴿٤٦﴾
54/KAMER-46: Belis sâatu mev’ıduhum ves sâ’atu edhâ ve emerr(emerru).
Hayır, onlara vaadedilen (azap), o saattir (kıyâmet vaktidir). Ve o saat, daha korkunç ve daha dehşetlidir. (46)
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ ﴿٤٧﴾
54/KAMER-47: İnnel mucrimîne fî dalâlin ve suur(suurin).
Muhakkak ki mücrimler (suçlular), dalâlet ve çılgınlık içindedir. (47)
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ ﴿٤٨﴾
54/KAMER-48: Yevme yushabûne fîn nâri alâ vucûhihim, zûkû messe sekar(sekare).
O gün yüz üstü (sürünerek) ateşe sürüklenirler. “Sekarın (alevli ateşin) dokunuşunu tadın!” (denir). (48)
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ ﴿٤٩﴾
54/KAMER-49: İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader(kaderin).
Muhakkak ki Biz, herşeyi, bir kaderle (takdir edilmiş olarak) yarattık. (49)